VAZGEÇEBİLMEYE METHİYE
Vazgeçebilmek bir erdemdir.
Bir deli güzel meziyettir ki insan
kolay kolay kavrayamaz önemini.
Gençken daha zordur buna vasıl
olmak.
Ama öyle gençler vardır ki ihtiyarlardan bilgedir, o başka.
Geri kalan çoğumuz seneler geçtikçe anlarız vazgeçebilmenin kıymetini.
Hayat öğretir bize.
Hayat ve bir de kronikleşmiş hatalarımız.
Kimilerimiz ise hiçbir zaman öğrenemeyiz ya.
Dersimizi almayız.
Dün nasıl isek yarın da aynen öyle.
Genelde zannediyoruz ki
vazgeçmek bir zayıflık belirtisidir.
Hatta bir nevi korkaklık,
adeta acz.
Halbuki tam tersidir bence.
Ancak kendine güvenen,
karakteri sağlam ve komplekslerden arınmış olan insanlar vazgeçmenin
erdemine vakıf olabilirler.
Şu hayatta yaşadığımız sorunların
çoğunu vaz-ge-çe-me-diğimiz için yaşıyoruz aslında.
Israr ve inat
ettiğimiz için. Takıntılarımızdan dolayı.
Takıntı ile tutkuyu
birbirine karıştırıyoruz sürekli, oysa ne kadar farklılar.
Nasıl da
zıt.
Gelin bu pazar bir de başka bir pencereden bakalım kendimize,
ilişkilerimize ve bilhassa vazgeçemediklerimize!
Onda da bir
hayır var..
Seviyoruz diyelim, birini seviyoruz, hem de ne
çok, ne derin, ölesiye.
O kişi de aynı şekilde aşkımıza karşılık
veriyor diyelim.
Ama sonra, zamanla, tavsıyor muhabbet,
örseleniyor.
Kazara delinmiş bir balon gibi sürekli hava kaçırıyor,
küçülüyor.
Giderek canlılığını yitiren bir ateş gibi sönmeye yüz
tutuyor.
Gün geliyor, sevdiğimiz insan bizden ayrılmak istiyor.
İnanamıyoruz. Yıkılıyoruz. Kalbimizin etrafında bir yumruk, demirden
zırh gibi sıkıyor, nefes alınca bile canımız yanıyor.
Dayanamıyor,
heyheyleniyoruz.
Kabullenemiyoruz. Israrla onu elimizde tutmaya
çalışıyoruz.
Sinirleniyor, öfkeleniyor, hatta sözlü ya da fiziksel
şiddete başvuruyoruz.
Şiddetin olduğu yerde muhabbetin
yeşeremeyeceğini anlayamadan.
Mesele şu ki gururumuza dokunuyor,
nefsimize ağır geliyor böyle terk edilmek. Öyle çünkü. İnsanız ne de
olsa.
Etten ve kemikten ve billur bir kalpten müteşekkil.
Oysa unutmamak lazım ki nefsimize ağır gelen şeyde bizim için hayır var.
Bırakmak Lazım...
Peki ne yapmalı? Zor da olsa, bırakmak
lazım.
Gitmek istiyorsa sevgili, madem ki budur onun güzel
gönlünün dilediği, agulu dilinin söylediği, kenara çekilip yol açmak
lazım gidene.
Vazgeçebilmek.
Aşk ancak özgürlükten doğar,
özgürlükten beslenir.
Özgürlüğün olmadığı yerde ne tam anlamıyla
aşk vardır, ne dostluklar.
Diyelim bir mesleğimiz var, uzun
zamandır icra ettiğimiz bir kariyer.
Ama öylesine mutsuz ediyor ki
bizi, içten içe kemiriyor.
Kimse bilmiyor. Göremiyor.
Lakin
her gün mesleğimiz bizden bir şeyler kopartıp alıyor.
Etimizden et,
ruhumuzdan ruh çalıyor.
Gene de ısrar ediyoruz. Bırakmıyoruz
kariyerimizi.
Değil istifa etmek bir gün bile ayrı kalmayı
aklımızın ucundan dahi geçirmiyoruz. Başka türlü yaşayamayız, var
olamayız zannediyoruz.
Bu mesleğin bizi ve çevremizdekileri mutsuz
ettiğini bile bile.
Göz göre göre. Peki neden?
Hep aynı
mesele; vazgeçemiyoruz da ondan.
Vazgeçmeyi bir mağlubiyet olarak
algıladığımız için.
Sevinçten Çalanlar...
Diyelim ki
makam sahibiyiz. Nice işler yaptık bu koltukta.
Bir bürokrat, bir
politikacı, bir vali ya da bir okul müdürü.
Ama öyle bir an geldi,
gitme vakti çattı, seziyoruz.
Artık yerimizi bir başkasına bıraksak
daha iyi olacak sanki.
Şu veya bu sebepten ötürü. Ama olmuyor.
Yediremiyoruz kendimize. Yapamıyoruz işte.
Kabuğuna tutunan midye
misali elimizdeki otoriteye yapışıyoruz.
Neden? Hep aynı refleks.
Çünkü vazgeçemiyoruz.
Örselenmiş ilişkiler, tavsamış evlilikler,
insanı içten içe kemiren meslekler, yaşama sevincimizden çalan
kariyerler…
Hepsine aynen doludizgin devam ediyoruz, sırf ama sırf
vazgeçemediğimizden.
Gabriel Garcia Marquez en sevdiğim ve en
dikkatli okuduğum yazarlar arasında oldu her zaman.
Bende derin izi
var.
Seneler var ki birçok romanını döne döne okurum.
Romancının bir söyleşişinde söylediği bir sözü ise hiç unutmam.
Nasıl yazdığını soran bir gazeteciye şu cevabı verir: “Vazgeçerek!”
Yazarlar için en büyük sınavdır bence yazdığından vazgeçebilmek.
Diyelim bir roman kaleme alıyorsunuz
fakat bir yere gitmiyor.
Ya da bir karakter geliştirdiniz ancak bir türlü istediğiniz gibi
olmuyor.
Elinizde yüzlerce sayfa var. Kıyamazsınız atmaya.
Silemezsiniz kolay kolay. İnat edersiniz o yolda.
Halbuki Marquez
diyor ki, bazen 120 sayfa yazar, 80 sayfasından pat diye vazgeçerim.
Geriye kalan o 40 sayfa, işte odur yazarı bir sonraki aşamaya
taşıyacak olan tılsım.
Ama o 80 sayfayı atmadan bu 40 sayfayı
bulamazsınız.
Ormanda yolunu kaybeden yolcu gibi dolanır
durursunuz.
Çemberler çize çize.
Vazgeçebilmek insana netlik
getirir.
Zihnimizi, kalbimizi fazla eşyaların karman çorman
etkisinden kurtarır.
Bir berraklık kalır geride. Hüzünlü bir
durgunluk. Ama bir o kadar sakin, âlimane.
Demem o ki dostlar,
vazgeçebilmek lazım.
Eğer bir yol bizi mutlu etmiyorsa onda körü
körüne sebat etmek yerine, nefsimizi kendimize rehber kılmak yerine,
bırakabilmek lazım.
Yazamadığımız kitapları, çekemediğimiz
filmleri, geliştiremediğimiz projeleri, yürütemediğimiz meslekleri ve
artık bizi sevmeyen sevgilileri bırakabilmek.
-Vazgeçebilmek, bazen
en güzeli!.."
ELİF ŞAFAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder